7Diyarbakır’da doğan Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğum tarihi 4 Ekim 1910 dur. Babasının asıl mesleği ,Diyarbakır’da ticaretken , ziraat ille de uğraştığı biliniyor .Babası ; meşhur Pirinçcizadeler ailesinin Bekir Sıtkı beyin oğludur .Annesi de Pirinçcizadelerin bir fertidir , babasının amcasının kızıyla evlenerek akraba evliliği olan ana ile babasının Pirinçcizadelerden olduğu da bilinmekte. Hüseyin Cahit olan asıl ismi daha sonra Cahit Sıtkı olarak tarihe ismini yazacaktır. Tabi Pirinçcioğlu soyadı da , soyadı kanunu ile beraber Tarancı soyadı olarak değiştirilecektir.
Pirinçcioğlu Soyadı Tarancı Soyadına nasıl dönüşür ?
Rivayete göre pirinçcioğlu olan soyadları, o sene pirinç eken Bekir Bey çok zarar etmiş, pirinçten çok zarar etmelerinin öfkesini bu şekilde çıkarıyor Bekir Sıtkı Bey, ‘çiftçi’ anlamında olan TARANCI’ soyadı ile değiştiriyor, soyadı kanununu fırsat bilerek.
Cahit Sıtkı Tarancı Eğitim Hayatı
Eğitim hayatına Diyarbakır’da başlayan Cahit Sıtkı ,zamanın adetlerine göre bir yaşam sürmekten kaçamamış ve aile geleneği olan ortaöğretimini Kadı köydeki Fransız Lisesi olan Saint Joseph’e gönderilir ancak Galatasaray Lisesinde devam eder. Fransızca bu şekilde çok iyi öğrenir Baudelaire , Rimbaud , Malarmeyi özümseyerek esinleniyor ve şiir yazmaya adım atıyor .İlk şiirlerini de Galatasaray lisesindeki Akademi dergisi ve Serveti Fünun dergilerinde yayımlıyor. Ziya Osman ile de burada da tanışıyor, Ziyaya mektupları bilirsiniz, işte o dostluğun temelleri burada atılıyor, bir Diyarbakırlı her yerde güvenilir olduğunu gösterir , Cahit Sıtkı da örneklerinden sayılır. Ölene kadar ebediyen bu dostluk sürüyor.
Daha sonra Mürebbiye Mektebine giriyor 1931 de, ikinci döneminde de okuldan atıyorlar. Hayatı hep okul değiştirmekle geçiyor adeta, bu hüznü şiirlerine yansıması doğal oluyor. Bu kadar şey başından geçmiş biri melankolik olabiliyor . Bu kadarla bitmeyen okul hayatı Yüksek Ticaret okuluyla devam ediyor, ancak girdiği memurluk sınavını kazanıyor ve çalışmaya başlıyor, Sümerbank’ta işe başladığı için bitmek bilmeyen döngü devam ediyor , bu okuldan da ayrılmak zorunda kalıyor.
Ömrümde sükut önemli eserleri arasındadır, bu şiir kitabını henüz mülkiye mektebindeyken yazıyor başarılı şairimiz ve yayınlıyor.
Cahit Sıtkı Tarancı Nasıl Ünlendi?
Asıl onu ünlendiren ise Peyami Safadır, Cumhuriyet gazetesindeki üç yazısıyla oluyor bu, 1932 yılında.
Daha sonra atanıyor, atanmasıyla beraber Sümer bankta yaptığı işten ayrılarak yeni bir sayfa açıyor hayatında. Yazmaya devam ediyor tabi, genç şairimiz. Öykülerini Cumhuriyet gazetesinde sürdürmeye devam ediyor.
Şairimiz okuma hayatına devam ediyor tüm bu yaşanılanlara rağmen, yeni bir ufuğa yelken açılıyor Cumhuriyet Gazetesinin sahipleri Nadir Nadi ve Doğan Nadi kardeşler sayesinde, öğrenim hayatını tamamlaması için Paris’e serüven akıyor.1938 den 1940 kadar Sciences Politiques’te öğrenim hayatını devam ettiriyor. Paris’te iken de yerinde durmuyor ve Paris radyosunda Türkçe spikerliğine yapıp , bir yandan da yazdığı öyküleri gazeteye göndermeye devam ediyor , Paris’te de Oktay Rıfat ile tanışıyor.
Eğitim hayatı hep bir olayla eksik kalan Cahit Sıtkı, ne yazık ki Paris’te de yarıda kesmek zorunda kalıyor ikinci dünya savaşında Alman uçaklarının Parisi bombalamasından dolayı yarıda kalıyor eğitim hayatı, kaçmanın yollarını ararken bisiklet ile önce Lyon daha sonrada Cenevre yoluyla Türkiye ‘ye geri dönüyor.
Askerlik zamanı gelen Cahit Sıtkı 1941 1943 te askerliğini ege taraflarında yaparken, Ünlümü ünlü “Haydi Abbas” şiirini yazıyor.
Bunca yıldan sonra ailesi çoktan Diyarbakır’ı terketmiş İstanbula’a yerleşmişti . İşleri büyüten babası Sıtkı Beyin yanında ticarethanede işe başladı fakat içki sorunları yaşadı, babası ile araları açıldı , bunun üzerine İstanbul’dan ayrıldı Ankara’ya yerleşti. Sırayla Anadolu Ajansı’nda, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde ve Çalışma Bakanlığında Tercüman olarak da görev yaptı.
Otuz Beş Yaş Şiiri
Otuz Beş Yaş Şiiri ile CHP şiir ödülünde birinci olan Cahit Sıtkı ,1946 artık yurt çapında tanınıyordu.
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı Tarancı
Çalışma Bakanlığında çalışırken tanıştığı Cavidan Tınaz Hanımla hayatlarını birleştirdiler , 4 Temmuz 1951 tarihinde yalnızlık bitmiş dünya evine girmişti.
Evlendikten sonra da şiir yazmaya devam etmiş, hatta “ Düşten Güzel” kitabı tüm şiirlerini topladığı, evlendikten sonra kaleme aldığı eseridir.
Cahit Sıtkı Tarancı Ölümü
Ne yazık ki her şey öyle güzel gitmiyor , hayatında hep talihsizliklerle baş eden Cahit, 1953 te bir kriz geçiriyor ve felç oluyor. Yatalak yarı uyanık halde yaşayan Cahit, İstanbul ve Ankara da tedaviler görse de, Diyarbakır’da baba evinde bir yıl kadar da kendisine bakılan Cahit, 1956 yılında da tedavi için Avrupa’ya götürüldü devlet tarafından, tabi burada daha kötüsü oldu Zatülcenp hastalığına yakalandı ve Viyana’da tedavi için kalırken tedavi edilmeden vefat etti. 13 Ekim 1956’da, kendi doktorlarına güvenseler belki bu son olmazdı.
Cenazesinin Diyarbakır’da defnedilmesini beklerken, Ankara Cebeci Asri mezarlığına defnedildi, buda sadece doğum ve ölüm tarihlerinde bir ihtimal hatırlanıp ziyaretçileriyle karşılaşması ihtimallerine bırakıldı , oysa Diyarbakır’da olsa sürekli hatırlanır en azından bir Fatiha okuyanı olurdu belki. Şundan eminim ki ziyaretçileri de çok olurdu . En doğru yerin bugün ki müze olan eski baba evinin olduğu bir gerçektir.
Öldükten Sonra Değeri Anlaşıldı
Her şair yazar gibi öldükten sonra değeri anlaşılan Cahit’in de her şey ölümünden sonra oluyor. Dostu, Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplar “Ziya’ya Mektuplar” adı altında yayımlanmaya başlandı. Yazıp yayımlamadığı şiirleri, ona yazılanlar, şiir çevirileri “ Sonrası “ adlı kitabında, Cahit’ten sonra yayımlanmaya başladı 1957 yılında.
Sürekli ailesinden uzakta olmak zorunda kalan Cahit aile bireylerine ve özellikle sevdiği kız kardeşi Nihal’e yazdığı mektupları hepsi olmasa da bir kısmını Profesör Doktor İnci Erginün ’ün derlemesiyle “ Evime ve Nihal’e Mektuplar “ adı altında toplanmış ve Türk Dil Kurumu tarafından 1989 yılında yayımlanmış.
(2016 yılında Can yayınları yayınlamaya başlıyor, böylelikle Cahit’le tanışma başlıyor).
Diyarbakırlılar tam olarak ne olduğunu bildiği sahiplik duygusunu Cahit Sıtkı’da da gösteriyor. Sadece orada yaşamasına rağmen evi 1973 yılında müze olarak halka açılmış olsa da hemen hemen her gün ziyaretçilerle buluşuyor, Diyarbakırlılar hiç yalnız bırakmadı onu, ruhunu kendileriyle yaşattılar. En az 20 kere gittiğim evinin defalarca gideceğimin kanıtıdır, Cahit’te Hevsel bahçeleri gibi Diyarbakır’ın Diyarbakırlıların nefes aldığı ciğerleridir, durak noktalarıdır. Ciğeri sevişimiz hayvan organı oluşundan değil canımızdan can olduğundan , ciğerimizin hep yanık oluşundan, köşede kuytuda hep bir yaralı oluşumuzdan. Cahit’ten, Hevsel Bahçalarından, Ahmed Arifinden, Ahmet Kayasından, Ape Musasındandır, Tahir Elçisindendir…..
Öyküleri “Cahit Sıtkı Tarancı Hikâyeciliği ve Hikâyeleri” adıyla Selahattin Önerli tarafından 1976 yılında da kitaplaştı.
Cahit’i anlatan kapsamlı bir araştırma, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz tarafından 2002 yılında İkaros ’un Yeni Yüzü- Cahit Sıtkı” adıyla yayımlanmıştır.
Şiir yazmaya lise yıllarında başlayan Cahit Sıtkı’nın Fransız okullarında okumuş olmasının etkisiyle ilk şiirlerinde Fransız şairlerin üsluplarıyla benzerlikler görmek mümkündür.
Kimileri ‘Muhit’ ve ‘Servet-i Fünun -Uyanış’ dergilerinde yayımlanan ilk şiirlerini 1933 yılında yayımlanan “Ömrümde Sükut” adlı kitapta topladı. Otuz Beş Yaş şiirinin, 1946’da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği, yarışmada birincilik kazanmasıyla ününü pekiştirdi ve Cumhuriyet Dönemi’nin önemli şairleri arasına girdi.
Sanat için sanat ilkesine bağlı kaldı. Ona göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Vezin ve kafiyeden kopmamış, ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır .Açık ve sade bir üslubu vardır. Çoğu gerçeğe bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir .Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir. Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur.
Şiir kitapları
- Ömrümde Sükut -1933)
- Otuz Beş Yaş -1946)
- Düşten Güzel -1953)
- Sonrası -1957)
Mektupları
- Ziya’ya Mektuplar (Ölümünden sonra 1957 yılında. Ziya Osman Saba’ya mektupları)
- “Evime ve Nihal’e Mektuplar” (Ölümünden sonra 1989 ve 2016 yılları arası. Ailesine ve özellikle kız kardeşi Nihal’e yazdığı mektupları)
Öykü kitapları
- Gün Eksilmesin Penceremden (Ölümünden sonra derlenmiştir)